19 Aralık 2015 Cumartesi

Cennet Ravzası: üzülme...






ANNEYE MEKTUP



Doğurmakla bitmiyor, yoğurmak gerek onu.

Gayrıya bırakma da sen eğit çocuğunu.



Eskiler, “Bizim çocuklarımız, gözlerine bakınca ne dediğimizi anlarlardı” diyerek, şimdiki neslin fütursuz ve saygısız hâline şaşırıyorlar. Bu mektupta, işte o eski analarla, şimdikiler arasında ne gibi farklar olduğuna bakacağız.



“Ey Cennet Ayakları Altına Serilmiş Olan Kıymetli Anne!



Çocukta karakter eğitimi, anne ve babanın kendi karakterlerini güzelleştirmeye çalışmasıyla başlar. Daha ana rahmine düşmeden evvel, çocuğunuz için yapacağınız en güzel yardım, kendinizi mânen donatmanız ve Allah’a yaklaştıran niyet ve amellere sahip bulunmanızdır. O halde, Kur’an ve sünnet çerçevesinde bir hayat sürdürme azmi, kanaat, şükür, incelik ve mertlik, peşinde delicesine koşturacağınız en büyük değerler olmalıdır. Şimdi, aşağıdaki satırları Allah rızâsı için okuyup hazmedelim:



Eskiden analar beş vakitlerine nâfileler katar, abdestlerini alır, kollarını sıvar, Tahiyyat duâsı ve salavatlar eşliğinde hamur yoğururlardı. Bu hamurdan ekmek pişirir, konu komşuya dağıtırlardı. Sadece insanlar değil, ekmeğin kokusunu alan kedi köpek bile nasibini alır, belki de bu sebepten, bereket evlerden eksik olmazdı.



Ya şimdi? Ekmek hazır, kek hazır, börek hazır. Cepler biraz para gördü, hanımlar soluğu marketlerde aldı. Sepetler, çoğu sağlıksız ve şüpheli olan gıdalarla tepeleme doldu. Misafirini kendi pişirdiği yemekle değil, bir pizzacıdan getirttiği hazır ikramlarla ağırlayan hanımların sayısı çoğaldı. Zira artık anaların ekmek hamuru yoğurmaya, tarhana ve erişte yapmaya, yoğurt mayalamaya pek vakitleri yoktu. Çamaşırları da bulaşıkları da makine yıkıyordu; fakat nedense yine de çok yoğundu analar. Çocuklar bu hazır gıdalarla beslendi. Komposto, hoşaf, ayran değil, hazır meyve suları, kutu kolalar ve “ıce tea” ler içerek büyüdüler. Gösteriş maksatlı kurulan misafir sofraları yüzünden, hem gelir gider dengesi şaştı, hem samimiyet azaldı. Mangaldaki etin kokusu bütün mahalleye yayıldı; fakat canı çekenler hakkını alamadı. Bereket kaçtı.



Eskiden analar kumaşı alır, besmeleyle biçer, kendi elbiselerini kendileri dikerlerdi. Bebeklerinin zıbınlarını, evlerinin perdelerini, divanlarının örtülerini, ellerinin emeğiyle meydana getirirlerdi. Böylece hem çok daha uyguna getirir, hem de kıymetini pek iyi bilirlerdi. İğneyi, tığı, şişi kullanır, kızlarına da öğretirlerdi. Üretmenin hazzını tadan çocuklar hazırcı olmaz, en az kendilerine yetecek kadar el sanatı bilirlerdi. Sökük çamaşırları elleriyle tamir eder, icabında yama yaparlardı.



Ya şimdi? Etek hazır, bluz hazır, fistan hazır. Cepler biraz para gördü, hanımlar soluğu AVM lerde aldı. Uğraşmaya ne gerek vardı ki canım! Zaten her şey hazırdı! Emeksiz elde etmeye, zahmetsiz rahmete kavuşmaya başladı analar. Sökük mü? Uğraşmaya bile değmezdi. Ucundan azıcık delinen çoraplar çöpe atıldı. Rengi biraz solan kazakların adı, eskiye çıkarıldı. Kendisine neredeyse her hafta bir elbise alınmasına alışarak büyüyen çocuklar, doyumsuz olup nasıl kapris yapacaklarını şaşırdı. Sohbet ortamlarında bile bir kıyafet yarışıdır başladı. Her sene mobilya değiştirmeye ayarlı kafalar, iki kullanmada kendisinden bıkılan eşarplar çoğaldı. Böyle bir ortamda çocuklar iğne görmeden, tığ tutmadan büyüdüler. Şişi de kebapla bildiler.



Eskiden ana olmak, kadınların vazgeçilmez birinci idealiydi. Beyaz gelinlikle girdikleri evde, lekesiz tertemiz bir hayat sürmek ve bir an evvel ana olmak isterlerdi. Bey helâlinden kazanıp getirir, hanım da kanaat ve şükürle, yetirirdi. Analar eskiden, ibadet şuuruyla bebek emzirirdi.



Ya şimdi? Eğitim alacağım, kariyer yapacağım, ekonomik özgürlüğümü kazanacağım derken, yaşlar otuzu kırkı buldu. Yeni analar kızlarına çoğunlukla şunu telkin ettiler: “Kocanın eline bakma evladım! Mesleğin olsun, maaşın olsun. Canını sıkarsa, çık gel, yanında beni bulursun.” Kızlar böyle, sabırsızlık ve bencillik aşılayan telkinlerle etiket sahibi oldukça, onların ihtiyaçlarına cevap verecek, onlara denk olup adamlık edecek erkek de bulunmaz oldu. Hazır yemeye, hazır giymeye, hazır bulmaya ve bencilce bir hayata alıştırılan çocuklar, yaşları büyüse de küçük kaldılar. Memleket, evlilik sorumluluğu alamayacağını düşünen erkekler ve kızlarla doldu. Analık, özgürlükler önünde bir setmiş gibi sunuldu. Tek çocuklu olmak medeniyet, çok çocuklu olmak cahiliyet gibi görüldü. “Hayatımı yaşayacağım!” nidaları atan bazı analar, rûhu yeni üflenmiş bebeklerine kendi elleriyle kıydılar. Fiziğim bozulacak kaygısıyla bebek emzirmediler.



Eskiden analar, beylerine saygı duyardı. “Eşim” değil, “Beyim, efendim” diye hitap ederlerdi. Böylece beyler kendini bey gibi hisseder, çocuklar da babalarına hürmet ederlerdi. Hatta aynı evde, nice sıkıntıya göğüs gerilerek yine de tahammülle yaşanır, saygı ve sevgi hüküm sürdüğü için, huzurlu olunurdu. Kapıda, sofrada, bahçede ve odada edep hâkimdi. Eskiden çocuklarının anasıydı analar. Çocuklarına “Anneciğim” diye değil “Evlâdım!” diye seslenirlerdi.



Ya şimdi? Hoşgörülü eğitim anlayışıyla, analar kızlarının sırdaşı olayım derken ölçüyü kaçırıp suç ortağı hâline geldi. Kur’an’ın ve sünnetin hoş görmediği işler, “Benim yavrum daha küçük!” kılıfıyla hoş görüldü, gösterildi. Marka giyinmeyi, internette chat yapmayı, elinde telefonla toplumdan kopmayı çocuklar, analarından öğrenir oldu. “Aman baba yaaa!” demek, çocukların, annelerini taklit ederek geliştirdikleri bir tavra dönüştü. Analar, beylerine hürmette kusur edince, çocuklar da edepsizleşti. Kimsenin kimseye tahammül edemediği, bayramlarda büyüklerin değil, muhtelif otellerin ziyaret edildiği günler geldi.



Eskiden analar bazen günlerce sancı çeker, bebeklerini öyle doğururlardı. Doğan bebekler de mukavemetli, sabırlı, mücadeleci olurlardı. Eskiden analar, karınlarını güzelce saklarlardı da evdekiler bile hamile olduğunu anlamazdı.



Ya şimdi? Sezeryan arttı, suni sancı çoğaldı, hatta ağrısız gebelik diye bir sistem devreye girdi. Kısa vadede zahmete talip olamayanları, uzun vadede rahmet bıraktı gitti. Sancıya göğüs geremeyen analardan, rahatına düşkün, hazırcı bir nesil geldi. Sırf rahatlık adına tercih edilen doğum yöntemleri sebebiyle, bünyeler ilaç deposu oldu. Bu sebeple, doğduğu andan itibaren huzursuz bebekler ve doğurduğu günden itibaren mutsuz analar çoğaldı. Ar ve hayâ azaldı. Çocukların yeni dadısı, televizyon ve internet oldu.



Şimdi böyle oturduğumuz yerden eski anaları mı anacağız? Yoksa o eskimeyen eskilerden biri olup, nefsimizin ve neslimizin iki cihan sevinci için mi çalışacağız?



Hatırlamak zorundayız: Eğitim temiz lokma ile başlar, istidatların keşfi ve tekâmülü ile sürer, fıtrata uygun bir hayatla taçlanır, hürmeti, sabrı ve edebi bilmekle nurlanır. Kur’an ve sünnet ölçüsünün dışına çıkmış her eğitim sistemi hastadır.



Mektubumuza son verirken, “Doğurmakla bitmiyor, yoğurmak gerek onu. Gayrıya bırakma da sen eğit çocuğunu” desek, analar da buna “Âmin!” dese, ne güzel olur. Hem belki böylece bizim de gözlerimize, bir bakışla anlatacak tesir nasip olur.”



Neslihan Nur TÜRK

1 yorum :

  1. NECİP FAZIL ÜSTAD DAN İNCİLER;
    ( Her cümleyi sindire sindire belki iki üç kez okumak gerek..)

    “EY KENDİ AİLESİNE BİLE HÜKMEDEMEYEN İLERİCİ ( ! ), ÜÇ KIT’AYA, YEDİ DENİZE HÜKMEDEN ECDADIN MI GERİCİ ?”

    “CAMİYE HENÜZ DİKEYKEN GEL, YATAY OLARAK ZATEN GELECEKSİN.!”

    “MAALESEF ÖZ ANA BABASINI HUZUREVİNE GÖNDERİP, EVİNDE KEDİ KÖPEK BESLEYEN İNSANLARIN OLDUĞU BİR ÜLKEDE YAŞIYORUZ.”

    “ YOLA BİRLİKTE ÇIKTIKLARINI, YOLDA BULDUKLARINLA DEĞİŞİRSEN, HEM YOLUNU KAYBEDERSİN, HEM DOSTUNU !”

    “YA SADECE ALLAH’A BAŞ EĞER, BAŞKA HİÇ KİMSEYE EĞMEZSİN, YA DA HERKESE BAŞEĞER, HİÇBİR ŞEYE DEĞMEZSİN.”

    “İNSANLAR İKİYE AYRILIR; VAKTİNİ BEŞE AYIRANLAR, VAKTİNİ BOŞA AYIRANLAR. “

    ABDÜLHAMİD HANI ANLAMAK, TARİHİMİZDEKİ HERŞEYİ ANLAMAK OLACAKTIR. “
    “YA İSLAMLA YÜKSELİR, YA İNKARLA ÇÜRÜRSÜN. BU YOL MEZARDA BİTMİYOR, GİTTİĞİNDE GÖRÜRSÜN.”

    “ÖNÜNE GELENLE DEĞİL, SENİNLE ÖLÜME GELENLE BERABER OL !”

    “SİZ HİÇ BİR SARRAFIN MALINI BAĞIRARAK SATTIĞINI DUYDUNUZ MU ? KIYMETLİ MALI OLANLAR BAĞIRMAZLAR.”

    “SORULDU MU NE BİLİRSİN DİYE, HADDİMİ BİLİRİM DEMELİ.
    SORULDU MU NE İSTERSİN DİYE, HAKKIMI İSTERİM DEMELİ.”

    “BİR TOHUMDA; GÖVDESİ, DALI, YAPRAKLARI VE MEYVESİYLE BÜTÜN BİR AĞAÇ GİZLİDİR.”

    “KİM BU YÜZÜ ÇİZEN SANATKAR RESSAM, GEÇİP DE AYNAYA SORAN OLMAZ MI ?”

    “ÖMÜR AĞAÇ DALINDAN SAVRULAN BİR YAPRAKTIR, NE KADAR GENÇ OLURSAN OL, SONUN KARA TOPRAKTIR.”

    “NE GELİRSE BAŞIMIZA HAKK’TANDIR, FAKAT GELİŞ SEBEBİ HAKTAN AYRILMAKTANDIR.”

    “İNSANI OLGUNLAŞTIRAN YAŞI DEĞİL, YAŞADIKLARIDIR.”

    “DİNDE ZORLAMA YOKTUR, İNSAN ÖZGÜRDÜR ELBETTE, İSTEYEN BU DÜNYADA PİŞER, İSTEYEN AHİRETTE.”

    “ALDIĞIMIZ NEFESİ BİLE GERİ VERİYORSAK, HİÇBİRŞEY BİZİM DEĞİL..”

    “BİZ AYAKLARI ŞİŞENE KADAR NAMAZ KILAN PEYGAMBERİN, GÖZLERİ ŞİŞENE KADAR UYUYAN ÜMMETİYİZ.”

    “DÜNYA GÜZEL OLSAYDI, DOĞARKEN AĞLAMAZDIK. YAŞARKEN TEMİZ KALSAYDIK, ÖLÜNCE YIKANMAZDIK..”

    “ÖMRÜN İLK YARISI, İKİNCİ YARISINI BEKLEMEKLE, İKİNCİ YARISI DA, İLK YARISININ HASRETİYLE GEÇER.”

    “İKİ ÇEŞİT İNSAN VARDIR. ZAMAN GEÇTİKÇE HATALARIYLA YÜZLEŞİP KENDİNİ DÜZELTEN, ZAMAN GEÇTİKÇE YÜZSÜZLEŞEN.”

    Necip fazıI’a sormuşIar: “-Neden sigarayı bu kadar çok seviyorsunuz?”.. “Benim için yanan bir tek o var” demiş.!

    “ÖRTÜ, ŞUURUYLA ÖRTÜLÜNMEDİĞİNDE ALLAH KATINDA BİR DEĞERİ OLSAYDI, CENNETİN BAŞ KÖŞESİNDE RAHİBELER OTURURDU.”

    “NE BAŞINI KAPAT ALTINI GÖSTER, NE ALTINI KAPAT ÜSTÜNÜ GÖSTER. HEPSİNİ KAPAT TA İMANINI GÖSTER.”

    “DÜN GEÇTİ, BUGÜNÜ DÜŞÜNÜYORUM, YARIN VAR MI ? GENÇLİĞİNE GÜVENME, ÖLENLER HEP İHTİYAR MI ?”

    “KADIN MEZARLIĞA GİRERKEN BAŞINI KAPATIYOR, DIŞARI ÇIKARKEN AÇIYOR. ÖLÜYE KARŞI KAPANMAK, DİRİYE KARŞI AÇILMAK NE AKILDIR ?”

    “TOMURCUK DERDİNDE OLMAYAN AĞAÇ, ODUNDUR.”

    “AYAĞIN TAŞA TAKILDIĞINDA BİLE –ALLAH KAHRETSİN- DEMEMELİSİN. DUA ETMELİSİN Kİ TAŞA TAKILAN BİR AYAĞIN VAR.”

    “ŞİMDİ FATİH SULTAN MEHMET HAN KALKSA MEZARINDAN, NE BEN ONU TANIRIM, NE DE O BENİ. AMA İSTANBUL’U BİZANSLILAR GERİ ALMIŞ DEYİP, TEKRAR SAVAŞIR.”

    “ALLAH VAR, FAKAT BİZİM O’NDAN ANCAK SORULDUĞUNDA HABERİMİZ VAR .”

    “BENİMKİ BENİM, SENİNKİ DE SENİNDİR ! BU ŞERİATTIR.
    SENİNKİ SENİN, BENİMKİ DE SENİNDİR ! BU TARİKATTIR.
    NE BENİMKİ BENİM, NE DE SENİNKİ SENİN, HERŞEY SADECE ALLAH’INDIR. BU DA HAKİKATTIR.”

    “YANINDA OLDUĞUM ZAMAN DEĞERİMİ BİLMEZSEN, DEĞERİMİ BİLDİĞİN GÜN, BENİ YANINDA BULAMAYABİLİRSİN.

    Selam ve dua ile. Allah 'a emanet olunuz.

    YanıtlaSil

ani insan aglamak ister, gözlerinden yaş gelmez ! Hani gülmek ister, yürekten gülmez ! Hani birini bekler o hic gelmez ! İşte o zaman ölmek isterde ecel gelmez!